İLLÂ, dedim.
Bir ömür boyu aradığım hece harfinin LÂ olduğunu bildim.
LÂ: olumsuzluk eki. Başkaldırı serbestisi.
Ama değil mi ki Tevhid kelimesi de LÂ ile başlar: LÂ ilâhe.
Bilinçli kabul kelimesi onun ardından gelir: illâllah.
Şeytanın oyunuyla, yasak meyveye aldanan Adem ile Havva...
Tövbe üzerine yakarışlar sonrası Dünya'ya sürgüne uğrayan Adem ile Havva...
İlk halife, İlk Peygamber .. Adem..
Sonsuzluk öncesinden gelen ve sonsuzluğa yürüyen ilk insan(lar)ın hikâyesiydi bu.Cennetin ve sonra dünyanın, sonra affedilmenin ve Allah'ın ilk kulunu ve ilk Peygamberini böyle özetliyordu.
Bir gün Sabâ Melikesi Belkıs’tan, Âdem’le Havva’nın hikâyesini anlamanın bütün bir insanlığın da hikâyesini anlamak manasına geldiğini öğrendim. İnsanın bütün halleri Âdem’de gizliydi ve bütün macera onun hikâyesinde özetlenmişti. Bu cümleyi yıllarca içimde gezdirdim de bir türlü kalemi elime alamadım, anlatmaya kalkışamadım....
Kitabın Arka Sayfası
Öyle bir çığlıkla attı ki kendini Adem uykusundan, gerçekte çığlık atıp atmadığını bile bilmedi. Ama iki uyku arasında rüyasının bölündüğü gün gibi gerçekti. Ve başına bir şey gelmiş gibiydi.
O zamansızlık zamanında, cennet ırmağının kıyısında Âdem, onunla göz göze geldi.
Kuşları, tüyleri ürkütmekten korkarcasına elini uzattı yavaşça. Parmaklarının ucundan dökülen yaseminleri gösterdi. İçine dolan ses ve ışığa, sevince sarmaşığa, usulca, sen kimsin, dedi. Bildiğini bir kez daha bilmek, kelimesini bir de ondan duymak istedi.
Ben kadınım, dedi Havva, ama bu benim sıfatım. Adımı henüz bilmiyorum.
Sonra döndü Âdem'e, aklına bir şey gelmişti.
Sesi, bengisular gibiydi.
Bana, dedi, bir isim ver, varlığım olsun.
Durdu, aklından yeni bir şey geçti. Bana, dedi, sen isim ver, varlığım senin olsun.
Bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun.
Seni anan beni de ansın. Seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın.
Bir "ile" koy aramıza bizi birbirimize bağlasın.
Kitabın İçeriği
Cennet'te başlıyor Nazan Bekiroğlu'nun hikâyesi.. Allah'tan, O'nun meleklerinden, Cennet'inden özellikle Cennet'indeki o güzelliklerinden öyle bir bahsedişi var ki. Beni buradan alın oraya koyun diyorsunuz.
O parmaklardan süzülen yaseminler, mavi sümbüllü çiçekler, zümrüt kuşu, meleklerin secdesi. o Kevser suyu, durulmayan akarsu, ırmak, ağaçlar, o güzeller güzeli meyveleri daha ne anlatılabilirdi ki. Öyle bir betimlemişti ki Nazan Bekiroğlu ister istemez hayalini kurabiliyorsunuz zihninizde, ister istemez orada olmak, o anı yaşamak istiyorsunuz.
Bekiroğlu, şekil üzerinde bilgi verirken, “romanla mesnevi arasına düşmüş bir kalemle hikaye ettim” der. Aslında, tam da bu noktada Bekiroğlu’nun eseri de roman değil, anlatıdır.
Olayların dizilişi öyle güzel ki. Adem'in yaratılışı, meleklerin secde edişi, şeytanın isyanı, oyunu, Cennetten sürgünü, dünya hayatı, Habil ile Kabil'in doğumu..
Bilmediğim bir çok şeyi bu hikayede öğrendim ben. Bilmediğim, sahibi olmadığım konularda araştırmaya itti bu kitap beni. Biliyordum ki artık her ne okusam da Adem ile Havva hakkında, hepsinde de bu kitabın hatırıma geleceğiydi.
..
"Deniyordu ki:
Halifesin, dikkat et egemen değilsin.
Tanrı'dansın, Tanrı değilsin. Munzur'sun nazar değilsin.
Sadece yerini tutansın. Kendisi değilsin.
Kutsal nefesten üflendi sana. Kendini kutsal nefes sanma.
Ruhumdan, deniş. Ruhum, denmiş sanma.
Bir şeysin, ama kendini her şey zannedip de aldanma.
Varlık nedenini unutma.
Senin haddin buraya kadar. Haddini bil. Ötesine kalkışma."
..
"O'nun görünürünü her şeyde, görünmezini kişiyle kalbi arasında buldu."
..
"Her şey senin emrinde doğru, ama âmirliğe kalkışma.
Bil ki kalıcı değil geçicisin, sahip değil misafirsin. Sabit değil, iğretisin.
Her ne var ki sende, ödünçtür, senin sanma.
Şımarma."
..
"Aşk, diyorsun. Ölçüsü olmaz ya, varsa da ölçüsü, neler yapabildiğin değil, neler yapabilmediğindir.
Aşk aşk, diyorsun. Aşk adına yapıp yapabileceğin, olup da biteceğin bu mu senin?
Oğul, dedi, senin keşfettiğini ben çoktan ekşitmişim. Aşkı bana mı öğretiyorsun."
..
Oğul, dedi, edep her türlü davanın üzerinedir. Ve insan ancak dili kadar edeplidir. Bilmediği kelimeler kadar edepli bildiği kelimeler kadar edepsizdir. İnsan olan her hesabı aşar da bir kendi sözcüklerinin ağırlığı altında ezilir. Ne kadar hicapsız sözcükler üşüşmüş diline senin. Bu kelimeleri sana ben öğretmedim. Nereden öğrendin? Ve oğul, utanmak ki nimetlerin en değerlisidir. Utanman yok mu senin?
..
Sizin bu kitap hakkında yorumunuz var mı?
Yorumlar
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bekliyorum :)