Ana içeriğe atla

OLDBOY-İHTİYAR DELİKANLI FİLM ANALİZİ(IMDb 8.4/10)


Film sizi rahatsız edici bir boyutta olabilir? Nefret mi edeceksiniz? Yoksa sevecek misiniz?

..
PARK CHAN WOOK

Oldboy, yönetmenliğini Park Chan-wook'un yaptığı; başrollerinde Min-Sik choi, Yoo Jie-tae ve Hye-jeong Kang’ın  mükemmel performans gösterdiği bir 2003 filmidir. Chan-woon kaliteli intikam senaryolarıyla dizili filmleriyle tanınmış ünlü bir yönetmendir. Aslında bu filmde 3'lü serisinden biridir ancak serideki filmlerinin birbirleriyle pek alakası yoktur, yani filmi izlerken ihtiyaç duyacağınız başka olaylar veya karakterler olmayacaktır.
Quentin Tarantino yönetmen Chan Wook Park’ın çok büyük bir hayranı ve İhtiyar Delikanlı Tarantino’nun jüri başkanlığı yaptığı Cannes Film Festivali’nde Jüri özel ödülü olan Grand Prix’i aldı.
Bu filmi yazmak için uzun zamandır düşünüyorum. O kadar yoğun kurgusu var ki size nasıl aktarayım diye derin düşüncelerin içerisindeyim. Tuttuğum notlar sayfa sayfa... Size içimdekileri tam anlamıyla ifade edebilecek miyim? Bol spoiler vermek zorundayım bunu başından söylemeliyim. Öylesine bir film ki spoiler vermeden anlatmam mümkün değil buna açıklık getireyim.
Başlayalım bakalım.
..
Film bir karakol sahnesiyle başlar. Oh Dae Su evli ve bir kızı olan alkolik, küfürbaz bir adamın tekidir.
"Bırakın beni ben sapık değilim! Kızımın doğum günü o uyumadan ona hediyesini vermeliyim!"
Çok abartılacak bir şey değildir değil mi? Biraz beklersin olmadı bir gece nezarette kalırsın ama sonra kurtulursun şu karakolluk işten. Sonra hayat devam eder değil mi?
Etmiyor.
Oh Dae su'nun en yakın arkadaşı Joo Hwa no gelir ve onu kurtarır. Yağmurlu bir akşamüstü karakoldan çıkarak bir klübeye gidip ailesini arar sonra mor şemsiyeli bir adam tarafından Oh Dae Su kaçırılır. Kızına aldığı hediye de orada kalır. Kim bilebilirdi ki bir anda kaçırılacaksın ve 15 yıl boyunca dışarıya hasret bir şekilde kapalı bir odada saklı kalacaksın. Kim bilebilirdi ki o yağmura hasret kalacaksın.
Bir oda. 15 yıl boyunca içerisinde banyosu, tuvaleti, küçük bir masası, bir televizyonu barından, duvarında garip bir tablosu olan ve her gün tamı tamına 15 yıl aynı yemek.
Siz olsaydınız ne hissederdiniz?
Ya da şöyle soralım o durumda siz olsaydınız delirmeniz ne kadar sürerdi?
11 yıl boyunca alışmayıp ama daha sonra evim olarak kabul ettiğim bir yer diyor Oh Dae su oraya. Kendisini birçok kez öldürmeye çalışsa da kendisini hapseden insanlar tarafında kurtuluyor. Neden kurtarıyorlardı? Neden hapsetmişlerdi onu oraya? Oturup şu ana kadar kiminle kavgaya karıştığını yazmalıydı belki öyle bulabilirdi kim olduğunu. Yazıyor... Yazıyor.. Yazıyor.. O kadar fazla isim o kadar fazla olay... Hangisiydi acaba? Bir türlü bulamıyordu.
Duvardaki tablo yıllar geçtikçe değişiyor, kendine farklılaşıyordu. Kendisini hapseden insanlar tarafından sürekli içeceğine ilaç katılarak ve belli zamanlarda kendisini rahatlatmaya yarayacak bir melodi sonrası Valyum gazıyla uyutuluyordu. Valyum gazı Rus askerlerinin Çeçen teröristlere karşı kullandığı bir gaz bu arada filmde de ne olduğunu çok güzel bir ifadeyle anlatıyordu.
İnsan sesine hasret kalıyor, uzak durduğu tv'yi izleme kararı alıyor. " Ne de olsa televizyon hem bir takvimdir hem bir saat" ve tv'yi izlemeye başlıyor. Fitness hareketleri, dövüşen insanlar, değişen zaman, değişen hükümet.. Zaman ilerliyor.. Haberler.. Karısı öldürülmüş ve katil zanlısı olarak kendisi gözüküyor. Ah kahretsin bu adamlardan ondan ne istiyordu. Oradan çıkmalıydı. Evet onlardan intikamını almalıydı. Ele atılan, kaldığı sürece çentikler.. Az kalmıştı çıkıp intikamını alacaktı.
15 yıl geçti.. Gözünü açtığında bir çatı katında. Evet artık dışardaydı, salınmıştı. Bir cüzdan, kol saati, üzerinde düzgün bir takım elbise ve bir de telefon. Peki neden onu o kadar süre hapsetmişlerdi? Bunu bulmalıydı. İntikamını almalıydı.
Karşıda bir adam. İntihar etmeye çalışan bir adam. 15 yılın ardından ilk kez bir insan görmenin heyecanıyla adama yaklaşan Oh Dae su, aralarında gelişen diyalog sonucunda ‘Bir hayvandan daha kötü olsam bile, benim de yaşamaya hakkım yok mu?’ sorusu ile iç çatışmasına bizi dâhil ediyor.

....

"Gülün; dünya da sizinle birlikte gülsün. Ağlayın; ama yalnız ağlayın."

...

"İster kum tanesi olsun ister kaya ikisi de aynı şekilde suya batar."

...

"Bana canlı bir şey getir. Kaynatma bile, canlı olsun. Sağol Mi-do… Ne güzel isim. Ne güzel kız. Ne güzel kadın. Kadın!"
..



..
Bu filmde aklınızda en fazla kalacak sahnelerden birini ahtapot sahnesi olduğunu düşünüyorum. Bu sahnesinin hikayesi de bir o kadar dikkat çekici. Çekimler sırasında tam dört tane ahtopot yemiş Min Sik Choi. Üstelik bir Budist olmasına rağmen. Her ahtopot için ayrı ayrı dua etmiş ve inancı gereği onlardan özür dilemiş. Bu arada Güney Kore’de yenen bir yemek evet ama bir çok kişi ahtopot yerken vantuzlarının boğazlarına yapışması sebebiyle hayatını kaybedebiliyor. Budist olduğu için daha önce hiç yemediğini düşünüp tecrübesi olmadığını da hesaba katarsak oyuncu gerçekten büyük bir tehlikeye atmış kendini bu film için.
..
Mi-do intikamını alma sürecinde ona yardımcı olacağını söylüyor. Onunla oluyor, ona aşık oluyor..
Kızını aramaya başlıyor önce. Kızı doktor bir aile tarafından evlatlık verilmiş ve Stockholm'de. O zaman öncelikle intikamını almalıydı.
15 yıl boyunca yediği yemek. Mavi Ejder. Sonuçta 15 yıl boyunca her gün aynı yemek. Yerini bulabilirdi. Buluyor da.
..
Monte Kristo Kontu. Filmde sıklıkla geçmesindeki neden çok açık. Oh Dae Su'nun hikayesi, filmin de gönderme yaptığı Monte Kristo Kontu ‘nun hikayesini andırır: Bilmemesi gereken bir şey öğrenen genç adamın, hayat onu beklerken uğradığı ihanet, yıllar süren mahkumiyeti ve gerçeği arayışı. Fakat Dumas ‘nın romanında ve uyarlanan filmlerde insan öğesinin önünde terimler vardır: Adaletsizlik, entrikalar, aşk, hayal kırıklığı. Tünelin sonundaki ışığı ararken, arayan ile izleyici arasına “edeb’i” bir mesafe konmuştur, alınan tat bir büyüğümüzden eski bir destanı dinlemeye benzer. Aynı arayış, Old Boy ‘da ise bir nevi psikanaliz gibidir, içeriye, daha içeriye, üzerine inşa edilen ne varsa hepsini kaldırıp en derindeki gerçek, öz ne ise onu bulmak. Burada bu gerçek, aşktır, hem de Oh Dae-Su ‘ya değil yukarılardan tüm bunları yöneten, onu mahveden Woo-jin ‘e ait, saf bir aşk. 21. Yüzyılın Güney Koreli Oedipus'u, aşkı yok ettiği için lanetlenmiştir. İsminden de yola çıkarsak sizce de onu kastetmiyor mu? OH-DAE SU (okunuşu ODİSU).

Film süresince çok ince metaforlar kullanıldığı dikkat, çekmekte. Örneğin; ana karakterin kaçırıldığı sırada bize gösterilen şemsiye üzerindeki desen ile kapatıldığı odanın duvarlarındaki desen ve yine ana karakteri bir yoldan kurtaran kişinin mendili üzerindeki desen aynıdır. İlerleyen sahnelerde bu desenin hipnoz sırasında transı kolaylaştırdığı ve hipnozun filmde ne kadar keskin kullanıldığını görüyoruz. Yine kapalı kaldığı odada televizyonda gösterilen ‘Frankenstein’ filminden alınmış bir sahne dikkatimizi çeker ki bu da insanın ‘canavarlaşmasına’ yapılan en iyi göndermedir.
..

Yakın arkadaşı ve Mido ile birlikte aramaları sonucu kendisini hapseden adamın yerini buluyor. Mido ile birlikte kaldığı evin karşısındaki bina. Kendisini hapseden kişi Evergreen takma adlı biri. Evergreen'in dediğine göre 'Neden' sorusunun cevabını bulamayacaktır. Eğer bulursa Evergreen kendini öldürecektir. Bir söz söylüyor Evergreen Oh Dae Su'ya 'Senin hatan çok konuşman' diyor. Neden böyle dedi ki?
Kimdi bu Evergreen? Bulmalıydı. Hemen araştırmalara başlıyorlar. Çok tanıdık bir lise çıkıyor karşılarına.
..
Oh Dae Su'nun bazı olayları fark etmesiyle bilinçaltıyla etkileşime girerek birçok kadının diz kapağına bakması filmin bize alttan gönderdiği mesajları içeriyordu.
Burada en fazla dikkatimizi çeken ve hafızalarımızda mükemmel bir iz yaratan flashback sahneleri yer alıyor. Oh Dae Su'nun okuduğu liseye gitmesi, hipnozun bazı etkilerini yitirerek o anlarını hatırlaması ve aynı zamanda geçmişteki haliyle birlikte hareket ediyor gözükmesi filmin mükemmelliğini müthiş derecede etkilemişti.
..
Oh Dae Su görmemesi gereken bir şeyi görmüştü. Kardeşiyle ilişki yaşayan Soo Ah.. Vay filmde bizi ensest bir ilişki mi bekliyor?
...
“Ben hiç pişman olmadım, hep mutlu oldum seninle Woo-jin. Beni unutma, olur mu?”
...
Hadi gördü tamam buraya kadar pek sorun yok. Gördüklerini en yakın arkadaşına anlatmasıyla problem başlıyormuş zamanında. Okulunu değiştirmesi pek de etkili olmamış baksanıza.
Soo Ah bütün lisenin onları konuşmasından da öte hamile olmasını dedikodularının yayılması üzerinde intihar girişiminde bulunmuştur aslında.
Filmdeki o mükemmel geçişleri görsellerle aktaracağım size bu arada :)
..
Mezunlar derneği, kütüphane. P-64 : Çatı katı olmalı. Woo-jin. Adi herif! Evergreen filmin sonlarına doğru olayları tüm soğukkanlılığıyla açıklıyor. Bir çatı katı..


Evergreen: Bunca zaman yanlış sorunun peşine düştün. Beni neden hapsettiler yerine neden 15 yıl sonra bıraktılar sorusunu sorman gerekirdi.
Neden düşünememişti bunu Oh Dae Su?
Meğer üzerlerinde hipnozun kullanıldığının çok açık kanıtları sunuldu. Bu oyunun bir parçası da Mi-Do'ydu. Neden Mi-Do? Yoksa Mi-Do Oh Dae Su'nun kızı mıydı? Bilmeden kızıyla mı ilişkiye girmişti? Bu nasıl olurdu? Mi-Do öğrenmemeliydi. En azında Woo-jin ve Soo Ah birbirlerine aşıklardı. Ya Mi-Do ile Oh Dae Su.
..
“Woojin nolur! Lütfen yalvarıyorum bak secde ediyorum sana! Bundan sonra sözünden hiç çıkmam, ne istersen yaparım! Köpeğinim bak hav hav! Hav! Anlatma ne olursun ne istersen yaparım! Dur ayakkabılarını yalayacağım, temizleyeyim. Kölen olurum, hiç ayağa kalkmam! Söylememeliydim tamam. Woo-jin ne olur anlatma. Hiç konuşmam bundan sonra! Dur dilim bak dur…”
..


Evergreen'in kendisini öldürmesi gerekiyordu sonuçta Oh Dae Su öğrenmişti gerçeği. Kendisini öldürecek sinyali Oh Dae Su'ya verir. Oh Dae Su ona bastığında Evergreen'i öldürmemesi aksine arkadaki film şeridinin oynatılması, Mi-Do ile cinsel ilişkisindeki sesler. Katlanılabilir mi? Bu insan bir daha nasıl yaşar?
Filmin sonunda kendisini hipnoz ederek kişilik bölünmesi yaşaması. Birinin 'Canavar' birinin 'hiç bir şeyi hatırlamayan Oh Dae Su olması. Oh Dae Su hangisi olarak kalmıştı?
İzlerken bir çok kez çok rahatsız olacaksınız, bazı sahneleri izleyemeyeceksiniz.
Oh Dae Su bunu haketmiş miydi? Kim bunu hak ederdi ki?
Filmdeki o geçişleri görmek, böylesine kült bir filmi izlemek ruhunuzu doyuracak eminim.
Sizin yorumunuz nedir bu film hakkında?








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

the 100 2. SEZON İNCELEMESİ

        MERHABA ARKADAŞLAAAR        Bir önceki yayınımda yeni başladığım bir dizinin ilk sezonunun incelemesini yapmıştım. 2 gün gibi bir sürede de 2. sezonu (16 Bölüm)  bitirmiş bulunmaktayım. Bazı şeyleri öğrenme uğruna insanları denek olarak kullanır mısınız? Kendi bir grup halkınızı kurtarmak için 500 tane masum veya vahşi insanın canına kıyar mısınız?   Bir savaşta olduğunuzu düşünelim kalbinizle mi aklınızla mı hareket edersiniz? Güvendiğimiz insanlar güvenimizi kırarlar mı? Düşmanla ittifak kurmak ne kadar sağlıklı?          Bu soruları ve cevapları sık sık duyacağımız bir 2. sezona hazır olmalısınız...         1. sezonda ne olursa olsun öldürmeyen bir Ark halkı bir anda 2. sezonda cinayetlerin ortasına düşüyor resmen. Hiç beklemediğimiz insanlardan beklenmedik hareketlere şahit oluyoruz. Acaba bu kısmı biraz Game of Thrones'a benzetebilir miyiz? Yaşı küçük olmasına rağmen önder koltuğuna oturan bir Clarke . Her dediği yapılan

the 100 1. SEZON İNCELEMESİ

        MERHABA ARKADAŞLAR         Size yeni başladığım bir bilimkurgu-fantastik türünde bir diziden bahsedeceğim. The 100..         97 yıl önce Dünya'da yaşanan bir nükleer kıyamet bütün medeniyetleri çökertiyor, Dünyanın bir kısmını bitiriyor. Tek kurtulanlar 12 uluslar arası uzay istasyonunda yaşayan 400 kişi ama daha sonra bu 400 kişi 3 kuşak uzayda kalarak sayıları 4000'i buluyor. Ve hiç şaşırmayacağımız bir şeyle karşılaşıyoruz ki tabi ki o 4000 kişinin başkanı Amerika :) Buradaki insanların tek amacı hayatta kalmaktır ve burada idamla cezalandırılabilecek derecede kurallar vardır.         Konsey genç yaşlardan oluşan 100 tutukluyu Dünya'nın yaşanabilir bir yer olup olmadığını anlamak için Dünya'ya gönderir. Bu 100 kişiden sağlıktan anlayan Clarke(Eliza Taylor) , başkanın oğlu Wells(Eli Goree) , Astronot, tez canlı Finn(Thomas McDonall) ve kardeşler Bellamy(Bob Marley) ve Octavia(Maria Avgeropoulos). Ama Dünyada beklemedikleri olaylarla karşılaşırl